• BIST 8828.7
  • Altın 2229.822
  • Dolar 32.2881
  • Euro 35.2045
  • İzmir 14 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Antalya 11 °C
  • Ankara 11 °C
  • Turizmin Sesi Dergimizin Şubat 2024 60'ncı Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ocak 2024 59'ncu Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin ARALIK 2023 58'ncı Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Şubat 2024 60'ncı Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin Ocak 2024 59'ncu Sayısı Yayında 
  • Turizmin Sesi Dergimizin ARALIK 2023 58'ncı Sayısı Yayında 

Saklı Cennet Mustafapaşa (Sinasos)

DURSUN ÖZDEN

Kapadokya’nın saklı cenneti olan Mustafapaşa (Sinasos), Ürgüp’ün 6 km güneyinde, çevrenin en az bozulmuş dokularından biridir. Bu az bozulmuş ve mimari dokusunu koruyan etkileyici yerleşim, belki de az bilinmesinin sayesinde, bugüne korunarak gelebildi. 

Nevşehir’in Ürgüp ilçesine bağlı Mustafapaşa (Sinasos) Köyü, Anadolu'da mübadele yıllarına tanıklık eden köylerden biri. Köydeki evlerde hâlâ göç yolculuğu ile geride bırakılan hatıralar konuşuluyor. Mustafapaşa, Müslüman/Türk ve Ortadoks/Rumlar’ın asırlar boyunca bir arada yaşadığı, 1924 Lozan-Mübadele (Nüfus Değişimi) Anlaşması’yla; karşılıklı olarak, 2 milyona yakın insanın nüfus değişimine uğradığı, göç ve ayrılıkların yaşandığı yerlerden biridir Sinasos. Nevşehir ve Kayseri Havalimanlarında buraya ulaşmak çok kolay. Karayolun ile de yurdun her yanından gelebilirsiniz. Konaklamanız için her bütçeye uykun, otel ve pansiyonlar bulunmaktadır. Çadır ve kamp yerleri de vardır. Köy meydanında bulunan tarihi manastır, görülmesi gerekli yerlerdendir. Özellikle Aşk ve Mavi dizisinin çekildiği konak ile Çağdaş Sanat Merkezi de gezilecek yerlerin başında gelmektedir. Gül Konak karşısında bulunan Villa Columba Natura Hotel’in geniş ve yüksek tavanlı odalarında konaklamanın ve yerli organik ürünlerden hazırlanan kahvaltı yaparak Sinasos’da konuk olmanın tadını çıkarınız… 

Doğal, Dini, Tarihi ve Mimari Zenginlikler
Sinasos’u, Asmalı Konak dizisi ile farkettik. Bu dizi oldukça yoğun ilgi topladı. Çok iyi bir televizyon izleyicisi sayılmam, ama o dizide konakları gördüm. “Burası Mardin mi? Bu taş konaklar nerede?” diye baktım.  Sonra Kapadokya olduğunu öğrendim. Bu şekilde Mustafapaşa (Sinasos) benim ilgimi çekti. Değişik bir mimarisi var bu köyün, restore edilmiş evler, oteller, pansiyonlar ve taş konaklar özellikle ağırlıkta. Bir de, Mübadele ile buradan ayrılan Ortadosk Rumlardan kalan Manastır, Kilise ve Şapellerin çoğu restore edilmiş ve turizme kazandırılmıştır. Tüm bu yapılar, mimari bir zenginliği yansıtır. Kapadokya’da o kadar büyük bir mimari zenginlik olacağı aklıma gelmemişti. Eski adıyla Sinasos, beş vadinin çeperlerine kurulu taş yapıların, muhteşem bir doku sergilediği, 1.300 nüfuslu bir yerleşme. 2000’den buyana, köyün Yunanistan’a göç etmiş Rum hemşehrileri ile iletişim halinde: Sinasoslular’ın torunları, her yıl köyü gezmeye geliyorlar. Diğer yandan Mustafapaşa nüfusunun %50’sini oluşturan “muhacirlerin” (1926’da Selanik’ten gelenlere ve torunlarına böyle deniyor) torunları da, oradaki ata topraklarını ziyaret ediyorlar.

Bu kültürel barışıklık tesadüf değil; Kapadokya, yüzlerce yıldır hoşgörü ve hümanizma felsefesinin güncel yaşama nüfuz ettiği bir kültürel alan olagelmiş. Farklı dinlerden insanlar burada barış içinde yaşayıp, görkemli yerleşimler yaratan bir ortak kültür oluşturmayı başarmışlar: 13. yüzyılda Hacı Bektaş-i Veli’nin, Sinasoslu bir aziz kadınla, toplumca da onaylanan bir aşk yaşadığı kaynaklara geçmiş. Kurtuluş Savaşı sonrasında, Ege’de ve doğuda ‘kan gövdeyi götürürken’, Sinasos’daki Rumlar ve Türkler, 1924’de gözyaşları içinde sarılarak ayrılmışlar... Bırakın mimari nefasetini, bunlar bile Mustafapaşa-Sinasos örneğinin, dikkatle incelenmeyi hakettiğinin kanıtları sayılmalı.

Bu kültürel barışıklık tesadüf değil; Kapadokya, yüzlerce yıldır hoşgörü ve hümanizma felsefesinin güncel yaşama nüfuz ettiği bir kültürel alan olagelmiş. Farklı dinlerden insanlar burada barış içinde yaşayıp, görkemli yerleşimler yaratan bir ortak kültür oluşturmayı başarmışlar: 13. yüzyılda Hacı Bektaş-i Veli’nin, Sinasoslu bir aziz kadınla, toplumca da onaylanan bir aşk yaşadığı kaynaklara geçmiş. Kurtuluş Savaşı sonrasında, Ege’de ve doğuda ‘kan gövdeyi götürürken’, Sinasos’daki Rumlar ve Türkler, 1924’de gözyaşları içinde sarılarak ayrılmışlar... Bırakın mimari nefasetini, bunlar bile Mustafapaşa-Sinasos örneğinin, dikkatle incelenmeyi hakettiğinin kanıtları sayılmalı.

1924 Öncesi
Köyün, 1924 öncesi ilginç bir sosyal yapısı var: Osmanlı yönetiminde %80 Rum, %20 Müslüman’ın yaşadığı 5000 nüfuslu Sinasos’un ekonomisi, İstanbul’da 13. yüzyıldan beri havyar ticareti yaparak zengin olmuş tüccarlar tarafından döndürülüyor. Çalışan erkek nüfus, yılın 8-10 ayını İstanbul’da geçirirken; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar köyde sürekli yaşıyorlar. Yunan-Rum kaynaklarda, Müslüman cemaatin çoğunlukla zengin Rumlara ev hizmetleri, rençberlik, hayvancılık gibi konularda hizmet verdiği; az sayıda kasaplık, kahvehane işletmecisi ve memurun da olduğu ve iki kesimin asırlarca barış içinde yaşadıkları vurgulanıyor.

Din konusu, Sinasos’da en önemli kültürel bileşenlerin başında geliyor. Rumlar köyde, 2 cemaat kilisesi, 30 civarında şapel ve köy çevresinde yine aynı sayıda kaya-oyma ibadet yeri inşa ediyorlar. Cemaat kiliselerinden Aziz Konstantin ve Helena Kilisesi (1829), bugün de köy meydanının en önemli öğelerinden biri olmayı sürdürüyor. Bundan daha gösterişli olan 1840 tarihli ‘Taxiarhes (Başmelekler) Kilisesi’ ise 20. yüzyılda yıkılıyor. Müslümanların yaptığı üç caminin en eskisi, 1601 tarihli ‘Cami-i Kebir’. Tam karşısına, 1890’da yapılan ‘Mehmet Şakir Paşa Medresesi’ aslında bir “imaret”. Kapadokya bölgesindeki yegane “yerleşim içi-tipoloji dışı” anıt örneği olan ve 1982’de onarılan yapı, bugün yeni ekleriyle birlikte kültürel-ticari bir merkez olarak kullanılıyor. 1800’lerin başında köye su getiren (ve bu nedenle 1920’lerin ikinci yarısında köye adı verilen) Mustafa Paşa’nın adıyla anılan Cami-i Kebir altındaki mütevazi taş çeşmenin, onarım sırasında yeri değişmiş. Sipahi Cami (1834) ve Şeyh Ali Cami (1802)’nin çevresindeki konut dokusu incelendiğinde ise özellikle iç mekân bezemelerinde, İslam kültürünün izleri okunabiliyor.

Kayalara Yaslı Konaklar
Mustafapaşa’nın konut dokusu, hem üstün işçilik ve detay kalitesi, hem (ekolojik tasarımın esasına kaynaklık eden) topografya ve iklime uyumlu yapılaşma, hem de alabildiğine çeşitlenen plan-cephe kurgusu açısından eşsiz bir mimari zenginlik sunuyor. Yapıların, ‘Ürgüp Loncası’na bağlı Rum, Laz, Ermeni, Süryani ve Müslüman taş ustaları tarafından yapıldığı biliniyor. 

Yerleşmenin yüksek taş avlularla çevrili dar ve dik yokuşlarında, bazen tüm cephesiyle, bazen de yüksek duvarlar üzerinde yükselen bezemeli konsollarıyla kendini gösteren konaklar, dış mekânda taşın tek-renk sadeliğini estetize ederlerken, iç mekânlarda rengarenk bir atmosfere bürünüyorlar. Bugün hâlâ birçok konağın özgün duvar resimleri ve tavan süslemeleri, dönemin sanat anlayışının eşsiz belgeleri olarak duruyorlar. Köydeki yapıların bir bölümünün rölöveleri sayesinde, özgüne çok yakın bazı plan şemalarını bilebiliyor; bu vesileyle, konutların ne denli her biri kendine özgü ve tipolojiye gelmeyen, zengin mekân farklılıkları olduğunu söyleyebiliyoruz.

Cumhuriyet Dönemi
Kurtuluş Savaşı sonrasında demografik yapısı tümüyle değişen Mustafapaşa, bu sefer de Selanik’ten getirilen muhacirlerin yerleştirildiği bir karma yapıya bürünüyor. Rumlar’ın terk ettiği evler, önce yerli halk tarafından paylaşılıyor, kalanlarına yeni gelenler yerleşiyor. Belediye’nin kurulduğu 1966’ya kadar muhtarlarla yönetilen Mustafapaşa’da, cehalet ve fakirlik, önemli tahribatların yaşanmasına neden oluyor: Taşları satılan, doğramaları yakılan konutların yanısıra bir hamam, bir kilise ve bir okul yapısı, bizzat dönemin muhtarlarının gözetiminde sökülerek, satılmak üzere yıkılıyor... Ortahisar ve Uçhisar’daki birçok yeni yapının, Mustafapaşa taşlarıyla inşa edildiği söyleniyor. Çoğu sözlü bilgiye dayanan bu gelişmeleri tarihleri ve nedenleriyle ortaya koyabilmek için, yine araştırmalar gerekiyor. 1927’de İlk okul binası yapılıyor. Bu okul 1972’de restore edilip genişletiliyor. Köyde açılan Kapadokya Üniversitesi ise, köyün nüfusunu artırmış olup, turizm potansiyeli ile de tanıtımına katkı sağlamaktadır…

Osmanlı dönemi 
Sinasosluların büyük bir kısmı İstanbul’a gelmiş yerleşmiş. Belli bir yaştan sonra  devamlı İstanbul’a göç oluyor. İstanbul’da iki sektörü tutmuşlar. Onlara “havyarcılar” deniyor. Rusya’dan havyar ithal ediyor ve Osmanlı’nın taşrasında ve İstanbul’da bunun satışını yapıyorlar. Aynı zamanda tuzlanmış ve kurutulmuş balık gibi her türlü deniz ürününün ticaretini yapıyorlar. Zenginlikleri buradan geliyor. İkincisi de Karadeniz’e açılan gemilerin ihtiyaçlarını karşılıyorlar, gemilere eşya ve yiyecek satıyorlar. Yine bunlardan mal alıyorlar. Bunlara da “boyacılar” deniyor. Bu iki sektörü tutmuşlar, buradan büyük bir zenginlik elde etmişler ve bunu da kasabalarında değerlendirmişler. Hem evler ve  konaklar yapmışlar, hem de kültürel yatırımlar yapmışlar. Bölgedeki bütün diğer Rum cemaatlerinden daha ileriler okullar yönünden gelişmişler.

Bu gün de Mustafapaşa (Sinasos) Köyünde açılan Kapadokya Üniversitesi ile yoğun bir öğrenci hareketliliği gözlenmektedir. Bu da farklı bir turizm potansiyeli olarak, yerli ve yabancı turistlerin de şikayet konusu olan aç gözlü ve kazıkçı esnafı memnun etmektedir. 

Nevşehir Kültür ve Turizm İl Müdürülüğü ve Ürgüp Belediyesi’nin ilgisizliği sonucu; özellikle yabancı turistlere çok pahalı fiyat uygulayan bazı esnaf, taksici ve hediyelik eşya satıcıların bu kötü davranışları, Anadolu insanının konukseverliğine gölge düşürmektedir… 

Mübadele Acısı
Lozan Antlaşması sonrası; Anadolu'da yaşayan Ortodokslar (yaklaşık sayıları 500 bine yakın) ile Yunanistan’da yaşayan Müslümanlar (yaklaşık sayıları 1 milyondan fazla),  (Mübadele) Nüfus Değişimi gereği, yer değiştirdiler. Her iki tarafta doğup büyüdükleri, yaşadıkları evlerden ve sevdikleri komşularından koparılarak; özgürlüklerinden ve kendi iradelerinden savrularak; zorunlu göçe tabi tutuldular. 

Mübadele acısını yaşayan her iki halk da, aynı kaderi paylaştı… 
İçinde gelinlik çeyiz eşyaları ve kıymetli taşınır-taşınmaz malların, tapuların, değerli ziynetlerin ve belgelerin olduğu sandıklarını, tekrar geri göneceğiz umuduyla, güvendikleri komşularına emanet ettiler ve gittiler… Bir daha asla dönemediler… Benim bu çalışmam sonucu, Ege Denizi’nin iki yakasına savrulan bu Mübadil insanların kendilerini, çocuklarını ve torunlarını, doğup büyüdükleri ve atalarının yaşadığı evleri, komşuları ile yıllar sonra da olsa kavuşturmanın hüzünlü ama mutlu kucaklaşmalarına neden olduğum için ben de duygulandım ve meulu oldum elbette… 

Çok ilginçtir ki, Anadolu’dan giden Ortadokslar, göz edeli 100 yıla yakın bir zaman olmasına karşın, özellikle yaşlı Ortadokslar, hala içinde Türkçe sözcükler ağırlıklı Karamanlıca denen bir dil konuşuyorlar ve yemek kültürleri Anadolu insanının aynısı… Kapadokya bölgesinde (Güzelyurt, Ihlara, Derinkuyu, Özkonak, Göreme, Avanos, Ürgüp, Mustafapaşa, Niğde, Yeşilburç, Aktaş, Bor, Ulukışla, Ovacık ve Maden)’de yaşayan Ortodokslar, kağnılarla ve at arabalarıyla en yakın tren istasyonuna taşındalar. Oradan da trenle Mersin Limanına geldiler. Toros Dağı tünellerini geçerken, içten içe ağlayan Mübadiller; "Tren mi yol alıyor, yoksa evler mi?" diyerek, gözyaşı döküyorlardı. Mersin Limanından İtalyan gemisine binen mübadiller, önce Yunanistan'ın Pire ve Selanik Limanına geldiler. Karantinaya alındılar. Sonra Yunanistan’da yaşayan Müslümanların boşalttığı köylere, evlere yerleştiler. Ama akılları hep, Anadolu'da kalmıştı. Aynı yollarda, Müslüman Türkler Anadolu'da taşındı. Onların da gönlünde, doğup büyüdükleri topraklar ve vedalaşarak ayrıldıkları komşuları vardı... 

Göç eden mübadil Müslümanlar, Yunanistan’ın (Selanik, Kavala, Nea Galvari, Nea Epivades, Kozani, İyonya)’da yaşadıkları kent ve köylerden gelerek, adı geçen bölgedeki boşaltılan yerlere yerleştiler. Anadolu, Marmara, Trakya ve Ege’de pek çok kasabanın yanı sıra; Fethiye Kayaköy, İzmir, Ayvalık, Biga, Çanakkale, İzmit, Tuzla, Çatalca, Silivri ve Trakya’nın değişik kentleri ile birlikte; Orta Anadolu’da Ulukışla, Bor, Niğde, Ereğli, Aksaray ve Kapadokya’da Aksaray’a bağlı Gelveri kasabasından, Yunanistan'ın Kavala şehrine yakın Nea Galvari (Yeni Gelveri) kasabasına yerleşen ve Nea Galvari'den gelip, Gelveri'yi zorunlu yurt tutan Mübadillerin yaşamı ve zorunlu göç öykülerinin yanı sıra; yarım kalan düşlerini ve tutsaklıklarını ya da her iki taraftan savurulan halkların, eski vatanlarını ziyaretleri ve zorunlu göçlerin kaybolan etnik kültürleri ve özgür iradeleri nasıl yok edilişinin yani hayatın ya kendisini belgeleyeceğiz. 

Sinasos Köyü
Öte yandan; eski bir Rum Ortodoks köyü olan Ürgüp’e bağlı Mustafapaşa (Sinasos) Köyü halkının Mübadele sonucu; gelen ve gidenlerin ortak iki uğraş alanı oldu. Birincisi, Kapadokya coğrafyasının bildik topoğrafyası ve iklimi sonucu üretilen üzüm bağları, meyve ve sebzecilik… Özellikle Mustafapaşa (Sinasos) bağları, üzümü, şarap, sirke, reçel,  ve marmelatı ile ünlüdür. Diğer başka bir özelliği ise; kabak, fasulye, domates ve diğer sebze ve meyvelerin üretimi, bunlardan kurutulmuş ve konserve edilmiş ürünleri ile dikkat çekmektedir. Şimdilerde ise; inanç, kültür, doğa ve alternatif turizm potansiyeli olarak, yeni konuklarını bekliyor. Organik mutfak kültürü ile de turistlerin beğenisini kazanmaya aday bir yerdir Mustafapaşa (Sinasos).

İnsan ve doğa denkleminin; mübadele tutsaklığı ve çevre felaketi ortak paydasında, direncin ve yol öyküsünün; iyi komşuluk ilişkilerinin, kardeşlik, barış ve sevgide odaklanmanın, toprak ve dostluğun, yaşadığımız ve soluklandığımız aynı havanın paydaşları olan başka canlıların özgür yaşamlarına ve çevresel dengeye olan duyarlılığın ve yaşamsal paylaşım kültürünün farkındalığının belgeselini çekmek; kaybolmakta olan hayatımızın kimi güzelliklerini yeniden keşfetmeyi hedeflemekteyiz... 

Alternatif Turizm Potansiyeli
"MÜBADELE ACISI” ile; farklı ve alternatif turizm zenginliğine dönüşmesi sonucu; her iki yakaya savrulan halklar, atalarının yaşadığı bu toprakları ziyaret etmektedir…

Beyaz Atlar Diyarı olarak bilinen Kapadokya’nın; peri bacaları, balon ve çömlekçilik dışında, keşfedilmeyi bekleyen alternatif turizm potansiyeli ile öne çıkan, bu saklı cennet Mustafapaşa (Sinasos)’un sırdaş zengin mirasını yeniden keşfetmek üzere, buraya gelmeniz için pek çok neden vardır. 2. ve üçüncü nesil mübadillerin uğrak yeri olması yanı sıra; yeni peri bacaları oluşumlarının gözlendiği bu coğrafyada, merakınızı gidermek ve hayatı keşfetmek için, her mevsim sabah ve akşam saatlerinde, güzel görsellere tanıklık edeceğiniz; tam bir alternatif turizm yeridir Mustafapaşa (Sinasos)… 

Yoleri gezgin derviş rehberliğinde, bir başka turizm coğrafyasında buluşmak dileğiyle; yolunuz ve bahtınız açık olsun…

İyi yolculuklar!..

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 27 Şubat 2007 Turizmin Sesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : +90 216 481 51 21