• BIST 11162.7
  • Altın 5750.162
  • Dolar 42.44
  • Euro 49.3272
  • İzmir 17 °C
  • İstanbul 16 °C
  • Antalya 19 °C
  • Ankara 14 °C
  • TÜRSAB 26. Dönem Yönetimi Mazbatalarını Aldı
  • İki Kültür Tek Gün: “India Day” İstanbul’da Buluştu
  • 2026 Kruvaziyer Sezonu İçin Erken Rezervasyonlar Başladı
  • TÜRSAB 26. Dönem Yönetimi Mazbatalarını Aldı
  • İki Kültür Tek Gün: “India Day” İstanbul’da Buluştu
  • 2026 Kruvaziyer Sezonu İçin Erken Rezervasyonlar Başladı

Tatilin Kalbi Türkiye’de Atıyor

BORA ÖZGEN

Denizden Kültüre, Sofradan Kalbe Bir Yolculuk

Yaz geldiğinde Türkiye, doğası ve kültürüyle dünyanın en cazip tatil rotalarından biri haline geliyor. Üç tarafı denizlerle çevrili bu özel coğrafyada; masmavi koylar, tarih kokan sokaklar ve samimi köyler bir arada yaşanıyor. Tatil, burada sadece dinlenme değil; keşfetme, yaşama ve hatırlama deneyimine dönüşüyor.

Kıyıların Kucağında Saklı Rotalar

Ege’nin kekik kokulu sokakları, Karadeniz’in sisli tepelerinde kurulu köyleri, Akdeniz’in turkuazı saklayan koyları... Türkiye'nin kıyı bölgeleri, doğaya duyulan özlemi karşılayan, kalabalıktan uzak dingin kaçış noktaları sunuyor.
•    Datça’nın badem ağaçları arasında saklanmış taş evleri,
•    Amasra’nın tarihî limanına açılan dar sokakları,
•    Kaş, Ayvalık, Gökçeada gibi yerlerde denizle iç içe bir yaşam.
Bu yerler, sadece birer tatil noktası değil; ruhu dinlendiren, içe dönüşü teşvik eden duraklardır.

Kıyılarda Saklı Cennetler 

Karadeniz’in dalgalarıyla örülen kasabaları, Ege’nin taş sokaklarında serpilen huzuru, Akdeniz’in turkuaz koylarında gizlenmiş sessizlik... Türkiye’nin 28 kıyı ili, sadece yaz tatilcilerini değil, ruhunu dinlendirmek isteyen her gezgini çağırıyor. Bu sahil kentlerinde büyük otellerin gürültüsü yok; onun yerine doğayla uyumlu taş pansiyonlar, yerel üreticilerin sunduğu doğal lezzetler ve deniz kokusuna karışan zeytin yaprağı esintileri var.

Kültürün Peşinde: İç Bölgelerde Yolculuk

Açık Hava Müzesi Gibi Şehirlerle Anadolu’nun Hikâyesine Yolculuk
Deniz kenarlarından uzaklaştıkça Türkiye’nin iç bölgeleri, kültür ve tarihle yoğrulmuş eşsiz bir deneyime dönüşüyor. Taş sokaklar, sarımsaklı taşlarla örülmüş evler, bin yıllık efsaneler ve gökyüzüyle yarışan tepeler… Bu coğrafya, yalnızca bir rota değil, bir ruh yolculuğu.

KAPADOKYA: TAŞIN KALBİNDE ZAMAN YOLCULUĞU

Güneşin Altında Yükselen Masalların Coğrafyası
Kapadokya’ya adım attığınız anda zaman akışını unutursunuz. Burası, taşın şekil verdiği geçmiş, rüzgârla oyulmuş efsane ve güneşle uyandığınız bir hayalin ta kendisidir. Doğa, burada yalnızca manzara değil; tarihle yarışan bir anlatıcıdır.

Peribacaları Arasında Sessiz Bir Gezinti
Her biri farklı bir hikâyeyi fısıldayan peribacaları, milyonlarca yıl süren volkanik hareketlerin ve suyun sabırlı işçiliğinin ürünüdür. Vadiler boyunca yürürken, taşın yalnızlığını değil; doğanın sabrını hissedersiniz. Özellikle Aşk Vadisi, Güllüdere ve Zemi Vadisi, Kapadokya’nın ruhunu en güzel şekilde yansıtır.

Yer Altı Şehirleri: Taşın Altında Gizlenen Medeniyet
Derinkuyu ve Kaymaklı gibi yer altı şehirleri, yüzeyin altında saklı bir tarihe açılan kapılardır. Asırlar önce savaşlardan kaçan halk, burada bir yaşam kurmuş; okullar, kiliseler, su sistemleri ve geçitler inşa etmiş. Taşın altında nefes almak, sadece tarih değil; insanın direniş hikâyesidir.

Gün Doğumunda Süzülen Balonlar
Sabahın en erken saatlerinde gökyüzünde süzülen renkli balonlar, Kapadokya’nın görsel büyüsünün zirvesidir. Göreme semalarında yükselen balonlar, yalnızca manzarayı değil; insanın hayal gücünü taşır. Bu görüntü, hem kartpostallara hem kalplere kazınır.

Göreme Açık Hava Müzesi: Taşın İçinde İnanç ve Sanat
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Göreme Açık Hava Müzesi, Kapadokya’nın en etkileyici duraklarından biridir. Yüzlerce yıllık kaya kiliseleri, fresklerle bezenmiş duvarlar ve taşın içinde saklanan inanç... Burada zaman, yalnızca geçmiş değil; sessiz dua gibi taşlara işlenmiş bir çağrıdır.

Kapadokya’da Tatil: Bir Masalı Yaşamak
Kapadokya, doğanın sanatla buluştuğu, tarihin taşla anlatıldığı ve insanın kendine döndüğü bir yer. Burada tatil; bir kartpostalın içinde yürümek, bir freskin altında düşünmek, bir taşın yanında susmak demektir.

MARDİN: TAŞ İŞÇİLİĞİNDE SAKLI RUH

Mezopotamya’nın Sessiz Fısıltısı Taşlara Kazınmış
Güneydoğu Anadolu’nun en zarif kentlerinden biri olan Mardin, geçmişin taş duvarlara sindiği; kokuların, seslerin ve hikâyelerin birbirine karıştığı bir medeniyetler sahnesidir. Mezopotamya’ya bakan bu kent, sadece yapı değil, zamanın kendisini inşa etmiş gibidir.

Taşın Diliyle Konuşan Mimari

  • Mardin’in sarımsak taşından yapılmış tarihi evleri, şehrin en ayırt edici mirası. Her bir taş, usta işçiliğiyle bir dönemin estetik anlayışını yansıtır.
  • Oyma motiflerle süslenmiş cepheler
  • Kubbe ve kemerlerle taşın zarafeti
  • Avlularda yankılanan sessizlik
  • Bu evler, hem yerel zanaatin ürünü hem de kültürel kimliğin dokusunda taşlaşmış bir ifadedir.

Dinlerin Yan Yana Durduğu Bir Hafıza

  • Mardin, Müslüman, Süryani, Ezidi ve Hristiyan toplulukların yüzyıllardır barış içinde yaşadığı bir kent. Minareler ile çanların sesi burada birbirine karışır; camiler, kiliseler ve manastırlar aynı ufka bakar.
  • Zinciriye Medresesi ve Kasımiye Medresesi taşın içindeki bilgeliği temsil eder.
  • Deyrulzafaran Manastırı binlerce yıllık Süryani kültürünün sessiz tanığıdır.
  • Dinî yapılar sadece ibadet alanları değil; kültür ve mimarinin iç içe geçtiği zaman kapsülleridir.
  • Dar Sokaklarda Zamanın Kokusunu Takip Etmek
  • Yokuşlu taş sokaklarda yürürken zaman geriye doğru akmaya başlar.

Baharat kokulu çarşılar
Gümüş telkâri ustalarının sesleri
Yüz yıllık kahvelerde hissedilen geçmiş
Her adım, bir öyküyü dinlemek gibidir. Mardin’de yürümek, hafızanın ritmini duymaktır.
Taşa Kazınmış Hikâyeleri Dinlemek
Mardin'de tatil yapmak, sadece bir destinasyona gitmek değil; zamanla sohbet etmek, taşla dostluk kurmak, insan hikâyelerine sessizce eşlik etmektir. Şehir, sadece gezilmez; dinlenir, hissedilir ve anlatılır.

KONYA: HOŞGÖRÜNÜN SESSİZ ÇAĞRISI

Konya'ya ilk adımı attığınızda yalnızca taş sokaklar ve türbeler karşılamaz sizi bir iç ses, bir dinginlik, bir çağrıdır bu şehir. Mevlâna’nın “Gel, ne olursan ol yine gel” diyen evrensel hoşgörüsü, Konya’nın taşında, havasında ve insani ilişkilerinde yankılanır.

Mevlâna’nın İzinde Manevi Bir Yolculuk
Konya’nın kalbi, hiç şüphesiz Mevlâna Türbesi’dir. Burada zaman durur, kelimeler yavaşlar.Türbenin zarif kubbeleri altında, tarihe saygı duyarak yürürsünüz.Dergâh bölümleri, Mevlevî hayatını içten bir gözle anlatır.Sema gösterileri ise sadece bir dans değil; insanın içsel dönüşümünün ritmik anlatımıdır.Her detay, kalbi yumuşatan bir çağrı gibidir; gözle değil, ruhla görülür.

Sessizliğin Estetiği: Konya’nın Mimari Mirası
Konya’nın eski mahallelerinde dolaşırken sade ama zarif Konya evleri, geçmişin sessiz anlatıcıları olur. Ahşap cumbalar, iç avlular, taş duvarlara sinmiş hayatlar... İnce Minareli Medrese ve Karatay Medresesi, Selçuklu’nun taş işçiliğindeki zarafetini gösterir.Alaeddin Tepesi, tarih ile günümüz arasında manzaralı bir geçittir.Her yapının gölgesinde durmak, bir hikâyeye kulak vermek gibidir.Konya’da ses yükselmez, tempo hızlanmaz. Bu şehir, acele etmeyenlerin, derin düşünenlerin ve anın kıymetini bilenlerin evidir. Sabahları sıcak tandır kokusu, akşamları semâhın melodisi eşlik eder size. Ve şehir der ki: “Hoşgörü sadece sözde değil; davranışta, sofrada, sokakta yaşanır.”

URFA: PEYGAMBERLER ŞEHRİ, İNANCIN YOLU

İnançla Yoğrulmuş Topraklarda Zamanın Sessiz Yankısı
Urfa’ya adım attığınızda yalnızca bir şehre değil, inançların ve kültürlerin kesiştiği binlerce yıllık bir hafızaya girersiniz. Bu topraklarda kutsal ezgiler, tarihî yapılar, mistik ritüeller ve insan hikâyeleri birbirine karışır. Urfa; sadece bir şehir değil, manevî bir çağrıdır.

Balıklıgöl: İnancın Suda Yüzdüğü Yer
Hazreti İbrahim’in ateşe atılmak istendiği yer olarak bilinen Balıklıgöl, Urfa’nın ruhunu en güçlü şekilde yansıtan noktalardan biri. Kutsal kabul edilen sazan balıklarıyla dolu bu göl, huzurun ve saygının göğüs hizasından akan halidir.Göl çevresindeki camiler ve tarihi yapılar sessizliğin içinde hikâyeler fısıldar.Ziyaretçiler, dua ederken aynı zamanda tarihle içsel bir temas kurar.

Göbeklitepe: Uygarlık Öncesi Bir Bilinç
Urfa’nın kültürel ağırlığını yalnızca dini yapılar değil; arkeolojik keşifler de taşır. Göbeklitepe, insanlığın bilinen en eski tapınak kompleksi olarak tarihin akışını değiştiren bir keşiftir. 12 bin yıllık ritüel taşları, inancın doğadan öncegeldiğine işaret eder. Mekânda dolaşırken yalnızca geçmişi değil, insanlığın zihinsel evrimini hissedersiniz.
Göbe klitepe, Urfa’yı sadece “tarihî” değil; “evrensel” kılan bir zemin sunar.

Çarşılardan Yükselen Ezgi: Yaşayan Gelenekler
Urfa’nın dar sokaklarında gezerken her köşede bir ses, bir koku, bir dokunuş sizi karşılar.

  • Bakırcılar Çarşısı’ndan yükselen tokmak sesi
  • Baharatların dans ettiği aktarlardan yayılan aroma
  • Yüz yıllık kahvelerde yankılanan ağıtlar ve hoyratlar
  • Her detay, Urfa’nın yaşayan bir kültür olduğunu hatırlatır.
  • Urfa’da Ziyaret, Bir Ruh Hâline Dönüşür

GAZİANTEP: KÜLTÜRÜN SOFRAYA DÖNDÜĞÜ ŞEHİR

Tatların Peşinde Bir Kültür Yolculuğu
Gaziantep'e giden bir yol sadece bir coğrafyaya değil, tarihe, geleneğe ve damakta iz bırakan bir anlatıya çıkar. Bu şehirde yemek bir ihtiyaç değil; bir ritüel, bir kimlik ve çoğu zaman da sessiz bir tarih anlatıcısıdır. Bakırcılar Çarşısı’ndan yükselen tokmak sesleri, çarşılarda yayılan baharat kokuları ve her lokmada saklı bir hikâye... Gaziantep'te gezi, gerçekten kokularla ve tatlarla yapılır.

Kültürün Taşlara Kazındığı Noktalar
Gaziantep, yalnızca mutfağıyla değil; kültürel zenginliğiyle de öne çıkar.

  • Zeugma Mozaik Müzesi: Roma dönemine ait büyüleyici mozaikleriyle dünyanın en önemli arkeolojik müzeleri arasında.
  • Kale Altı ve Elmacı Pazarı: Hem yerel alışverişin hem sosyal etkileşimin kalbi.
  • Bakırcılar Çarşısı: Zanaatkâr ellerin emeğiyle şekillenen bakır ürünler, kentin kültürel mirasını canlı tutar.

Lezzetlerin Diliyle Konuşan Gelenek
Gaziantep mutfağı UNESCO tarafından “Yaratıcı Şehirler Ağı”na alınmış bir gastronomi cenneti. Buradaki yemekler sadece tarif değil; kuşaktan kuşağa aktarılan kimlik belgeleri gibidir.

Yerel Üretimin, El Emeğinin İzinde
Gaziantep'te kültür yalnızca sofrada değil; çarşılarda, avlularda, mutfaklarda yaşar.

  • Baharatçılar, geleneksel karışımları sadece satmaz; anlatır.
  • Fıstık üreticileri, yalnızca ürün değil; bölgenin toprağını tanıtır.
  • El işi ustaları, bir bakır tencereyle geçmişe bir pencere açar.
  • Alışveriş, burada tüketim değil; kültürel katılım demektir.
  • Gaziantep'te Tatil, Ziyafetle Değil Hikâyeyle Yapılır

Bu şehirde sadece karnınızı doyurmazsınız. Bir çorba kaşığında bir düğün anısını, bir kebapta bir ustanın sabrını, bir tatlıda Anadolu'nun cömertliğini tadarsınız. Gaziantep, kültürün sofraya döndüğü; sofranın bir dile, bir mirasa ve bir duyguya dönüştüğü yer.

KARS: DOĞUNUN SESSİZ İHTİŞAMI

Tarihin Yankısını Karla Örtülü Sokaklarda Dinlemek
Doğu Anadolu’nun en zarif kentlerinden Kars, taşın sessizliğini, karın büyüsünü ve sınırların ötesindeki hikâyeleri içinde saklayan bir şehir. Her adımda yalnızca geçmişe değil; zamana karşı direnmiş bir kültürün izlerine dokunursunuz.

Ani Harabeleri: Yalnızlığın İçindeki Görkem
Bir zamanlar “1001 Kiliseli Şehir” olarak anılan Ani, bugün sessizce Arpaçay’ın kıyısında geçmişi anlatıyor.
Ermeni, Gürcü, Bizans ve Selçuklu mimarisinin izlerini taşıyan yapılarKatedraller, zindanlar ve taş kemerlerle bezeli zaman kapsülleri Sessizlikte yükselen taş duvarlar, yüzyıllar boyunca sınırların ötesine tanıklık etmiş
Ani, sadece arkeolojik bir alan değil; taşın dile dönüştüğü tarihsel bir anlatıdır.

Taşın Diliyle Yükselen Kars Mimarisi
yüzyılda Rus hâkimiyeti döneminde inşa edilen Kars taş binaları, şehre kendine özgü bir mimari kimlik kazandırır.

  • Baltık mimarisini andıran yapıların simetrik zarafeti
  • Kars sokaklarında yürürken Avrupa dokusu taşıyan Anadolu hissi
  • Tiyatro binası, eski valilik yapısı ve konaklar; taşta estetikle yoğrulmuş tarih

Bu mimari, Kars’ın sınırda kalmış ama kültürün ortasında yer alan duruşunu yansıtır.

Sarıkamış: Beyazın İçindeki Dinginlik
Kars’ın kışa teslim olmuş hali Sarıkamış, hem doğa hem tarih yolculuğunun en sade anlatımıdır.

  • Kristal kar örtüsüyle çevrelenmiş sarı çam ormanları
  • Sarıkamış Harekatı’nın acı hatıraları, karla örtülmüş bir saygı alanı
  • Sessiz pistlerde kayan kayakçılar, doğayla uyumun modern izlerini taşır
  • Sarıkamış, hüzünle güzelliğin bir arada var olabildiğini gösteren nadir duraklardan biridir.

TRABZON: YEŞİL DAĞLARIN KÜLTÜREL ZENGİNLİĞİ

Her Virajda Bir Efsane, Her Sofrada Bir Gelenek
Karadeniz’in doğusunda, yeşilin her tonuna bürünmüş dağların ardında saklanan Trabzon; sadece doğasıyla değil, kültürüyle, müziğiyle ve misafirperverliğiyle bir yaşam biçimi sunuyor. Bu şehirde yol almak, tarihin ve tabiatın birlikte söylediği bir türküye kulak vermek demektir.

Sümela Manastırı: Dağın Göğsüne Kazınmış İnanç
Altındere Vadisi’ne bakan kayalıkların ortasında yükselen Sümela Manastırı, hem mimari ustalık hem de manevî derinliğin bir sembolü.Yüzyıldan bu yana ayakta kalan bu yapı, doğa ile inancın buluşma noktasında yer alıyor.Sarp kayalıklara oyulmuş freskler, ziyaretçisine hem tarih hem estetik sunuyor.
Her taş, sessiz bir dua gibi yerleşmiş vadinin göğsüne.

Yöresel Ezgilerle Ritim Tutan Sokaklar
Trabzon’da müzik, yalnızca çalgıdan değil; ruhtan gelir. Kemençe’nin kıvrak sesi, horonun hızlı adımları ve Karadeniz türkülerinin hüzünlü ezgisi... Bu şehirde müzik, kalabalık bir sofra gibi herkese yer açar.

Sokak düğünlerinde çalınan canlı ezgiler

  • Gençlerin dağlarda horon tepmesi
  • Yayla şenliklerinde yankılanan tulum sesi
  • Her ritim, bir yaşam biçimini taşır; geçmişi bugünde yaşatır.
  • Doğa ve Gelenek: Birlikte Solunan Hava
  • Trabzon’da yürüdüğünüz her patika, sizi gelenekle karşılaştırır.
  • Uzungöl ve Haldizen Vadisi gibi rotalar, doğanın görkemini kültürel hafızayla buluşturur.

Çay bahçeleri, Karadeniz’e bakan teraslarda sohbetle kaynaşır.
Köy evlerinde hâlâ pişen mısır ekmeği, muhlama ve kara lahana sarması, geleneksel lezzetlerin sürdürülebilir bir yaşamın parçası olduğunu hatırlatır.

Bu bölgelerde zaman yavaşlar, hayat derinleşir.

Trabzon’un Sofraları: Tabağa Yansımış Kültür
Trabzon mutfağı, toprağın ve iklimin getirdiği malzemenin ustalıkla işlendiği bir damak şölenidir.

RİZE: DOĞANIN RİTMİYLE YAŞANAN ŞEHİR

Çay Bahçelerinden Yaylalara, Karadeniz’in Kalbinde Bir Yolculuk
Karadeniz’in en yeşil yüzü Rize, gökyüzüne uzanan dağları, sisle kucaklaşan yaylaları ve çayın kokusuna karışan türkülerle unutulmaz bir deneyim sunuyor. Burası sadece bir şehir değil; doğayla iç içe, kültürle yoğrulmuş bir yaşam biçimi.

Yaylalar: Bulutların Üzerinde Hayat
Rize’nin yaylaları, şehir yaşamından uzaklaşmak isteyenlerin huzur sığınağıdır.

  • Ayder Yaylası: Şelalelerin şarkı söylediği, ahşap evlerin sisle dans ettiği bir cennet.
  • Pokut ve Sal Yaylaları: Bulutların arasında süzülen patikalar, eşsiz manzara ve geleneksel yayla evleri.
  • Elevit ve Gito: Doğal yürüyüş rotaları ve yayla festivalleriyle yerel yaşamı yakından tanıma imkânı.

Yaylalarda güne horonla başlar, soba sıcaklığında sohbetle bitirirsiniz.

Çayın Başkenti: Sofrada ve Tarlada Bir Kültür
Rize denince akla gelen ilk şey çaydır  ama buradaki çay sadece içilen bir içecek değil; bir emek, bir gelenek ve bir misafirlik sembolüdür.Çay bahçelerinde manzaraya karşı yudumlanan bir bardak çay,Taze toplanmış yaprakların kurutulup demlenmesiyle başlayan çay serüveni,Rize çayının rengi, kokusu ve sohbet eşliği, yöresel kültürün içsel parçasıdır.

Yerel üreticiler için çay, geçim değil; aidiyetin bir biçimidir.
Horonun Ritim Tuttuğu Sokaklar
Rize’de müzik sokakta başlar; düğünde, yaylada, çay molasında horon tepilir. Kemençe ve tulumun sesi burada sadece neşeyi değil; Karadeniz’in yaşama sevincini anlatır.
Yayla festivallerinde geleneksel kıyafetlerle ritmik danslar

Gençlerin sokaklarda kendi kemençe ezgilerini yaşatması

  • Her melodide doğaya, insana ve yaşama duyulan bağlılık
  • Burada kültür, yalnızca geçmişte kalmaz; dansla, ezgiyle bugün yaşar.
  • Rize Mutfağında Lezzetin Sessiz Gücü
  • Rize mutfağı, sade ama anlamlı tatlarla Karadeniz’in doğasını sofraya taşır:

Rize’de tatil yapmak, zamanın ritmini yavaşlatmak demektir. Her yürüyüşte bir yayla yolu, her bardakta bir çay hikâyesi, her melodide bir Karadeniz efsanesi hissedilir.

ADANA: ATEŞİN LEZZETE DÖNÜŞTÜĞÜ ŞEHİR

Torosların Eteklerinden Sofralara, Renkli Bir Yolculuk
Adana, Akdeniz’in sıcak nefesiyle, Toros Dağları’nın gölgesinde kurulu; lezzetiyle, neşesiyle ve kültürüyle kendine has bir şehir. Burada yaşam, güneşin altında hareketli; sofralarda ise baharatın ve közün eşliğinde ritmik bir hikâye. Adana’ya adım atmak, hem kalabalık bir sokakta yürümek hem de bir sokak lezzetinin ardındaki geleneği duymak demektir.

Lezzetin Başkenti: Kebabın İmzası
Adana kebabı yalnızca bir yemek değil; ustalığın, ateşle dostluğun ve damak terbiyesinin bir sembolüdür.

  • Zırhta çekilmiş özel kıyma
  • Közde yavaş yavaş pişen et
  • Yanında ezme, şalgam ve ince lavaşla sunulan bir ritüel

Her lokma, şehrin sıcağını ve halkının cömertliğini taşır. Ayrıca bici bici, içli köfte, taş kadayıf gibi yerel tatlar Adana’nın sokaklarında yaşayan kültürün sofradaki izleridir.

Tarihle Yoğrulmuş Mekânlar
Adana, sadece mutfakta değil; geçmişinde de anlatılacak hikâyelere sahip.

  • Taşköprü: Seyhan Nehri’nin üzerinden geçen Roma döneminden kalma zarif taş kemerleri
  • Adana Ulu Camii ve Büyük Saat: Osmanlı ve Memlük döneminin mimari mirası
  • Atatürk Evi Müzesi: Cumhuriyet’in izlerini taşıyan nostaljik bir durak

Bu yapılar, şehrin çok katmanlı tarihini taşla, suyla ve zamanla örüyor.

Festivallerle Coşan Şehir Ritmi
Adana’da kültür, sokaklarda, sahnelerde ve nehir kenarında yankılanır

  • Portakal Çiçeği Karnavalı: Şehrin en renkli zamanında, müzikle, dansla ve sokak gösterileriyle yaşanan toplumsal bir şölen
  • Altın Koza Film Festivali: Adana’nın sanatsal yüzünü ortaya çıkaran prestijli etkinlik
  • Şalgam ve Kebap Şenliği: Gastronomiyle halkın buluştuğu sıcak bir kutlama

Her festival, Adana’nın dışa dönük, neşeli ve özgün karakterini taşır.
Toroslar’dan esen rüzgar, Çukurova’nın bereketli toprağı ve Seyhan Nehri’nin serinliği… Bu doğal çevre sadece tarımı değil, yerel yaşamı da şekillendirir. Günbatımında nehir kıyısında yürümek, yaz akşamlarında ocak başında sohbet etmek; Adana’yı hissetmenin yollarıdır.

Adana, Közde Pişmiş Hikâyedir
Adana; biraz baharat, biraz kahkaha, biraz tarih ve bolca sıcaklıktır. Burada her şey doğrudan, samimi ve doludur. Tatil için değil; yaşamak, anlamak ve sohbet etmek için gidilir.

HATAY: KÜLTÜRLERİN SOFRADA BULUŞTUĞU MİRAS ŞEHRİ

Tarih, İnanç ve Lezzet Bir Tabakta Buluşursa
Akdeniz’in doğusunda, medeniyetlerin buluştuğu noktada yer alan Hatay, yalnızca bir şehir değil; bir kültürel mozaiğin yaşadığı, yaşatıldığı ve nesilden nesile aktarıldığı bir hafıza alanıdır. Antakya’dan Samandağ’a uzanan topraklarda, farklı inançların hoşgörüyle yan yana durduğu, yemeklerin tarih kadar zengin olduğu bir yaşam sürer.

Hatay’da Tarih: Taşa Kazınmış Bir Uyum

Binlerce yıllık geçmişiyle Hatay, farklı kültürlerin izlerini barındırır
Antakya Arkeoloji Müzesi: Müzede sergilenen mozaikler, Roma’dan kalma sarayların sessiz anlatımı gibidir.Habib-i Neccar Camii ve Saint Pierre Kilisesi: Müslüman ve Hristiyan kültürlerinin yüzyıllardır iç içe yaşadığı inanç sembolleri. Vakıflı Köyü: Türkiye’nin tek Ermeni köyü olarak çokkültürlülüğün günümüzdeki temsili. Hatay’da sokak isimleri bile tarih konuşur; burada yaşam, geçmişin ritmine ayak uydurur.

Dünyaca Ünlü Mutfağı: Bir Sofrada Onlarca Kültür

UNESCO tarafından “Yaratıcı Şehirler Ağı”na dahil edilen Hatay mutfağı, gastronomiyle kültürü harmanlar.

Hatay’da Hoşgörü Günlük Hayatın Bir Parçası
Farklı din ve etnik kökenlerin yüzyıllardır bir arada yaşadığı Hatay’da; Ramazan’da Ermeni komşudan gelen kompostolar

Noel’de Müslüman dostlar kiliseye misafir olarak katılır
Hristiyan, Alevi, Sünni ve Yahudi bayramları kent takviminde birlikte anılır.Bu şehirde “öteki” yoktur, ortak yaşam vardır. Hatay’ın sokakları bu birliğin en somut göstergesidir.Hatay’a gitmek, yalnızca yemek yemek ya da tarihi görmek değildir. Bu yolculuk; geçmişi tatmak, hoşgörüyü hissetmek, kültürle tanışmak ve bir sofrada çok sesli bir geçmişi dinlemektir. Lezzetin ötesinde; hayatın, inancın ve tarihin birleştiği bir durak Hatay’dır.

ANTALYA: AKDENİZ’İN GÜLÜMSEYEN YÜZÜ

Kıyılarda Büyü, Dağlarda Serinlik, Tarihte Derinlik
Antalya’ya vardığınızda ilk fark ettiğiniz şey gökyüzünün ışığıdır gülümseyen bir şehir karşılar sizi. Burası sadece denizin mavisiyle değil; antik kalıntıları, mutfağı, yaylaları ve sıcakkanlı insanlarıyla da Türkiye’nin en cazip tatil destinasyonlarından biri olma özelliğini taşır.

Kıyılarda Unutulmaz Anlar

Antalya’nın sahilleri her türden tatilciye hitap eder
Konyaaltı ve Lara Plajları: Şehir merkezine yakın, uzun yürüyüşler ve keyifli gün batımları için ideal.
Phaselis ve Olympos: Antik kalıntıların gölgesinde yüzmek, tarihle doğanın eşsiz uyumunu hissetmek.
Patara ve Kaputaş: Altın renkli kumlar ve berrak sular; fotoğraf tutkunları için bir rüya.
Her plaj, sadece dinlenme değil; doğayla bütünleşme alanıdır.

Tarihle İç İçe Bir Rota
Antalya, antik çağların sesiyle yankılanır.

  • Aspendos Tiyatrosu: Hâlâ konserlere ev sahipliği yapan büyüleyici Roma yapısı.
  • Termessos: Toroslar’ın zirvesinde, doğaya karışmış bir antik şehir.
  • Kaleiçi: Osmanlı evleri, Arnavut kaldırımlı sokaklar ve gizli avlularıyla tarih kokan mahalle.

Bu şehirde geçmiş yalnızca müzede değil; sokakta, yemeğin yanında, gölgede yaşanır.
Yaylalar ve Dağlarda Serinlik Sıcak sahillerin ardında Toros Dağları yükselir.

  • Saklıkent Yaylası: Yaz sıcağında karla buluşabileceğiniz şaşırtıcı bir durak.
  • Gömbe Yaylası: Elma kokulu bahçeleriyle geleneksel yaşamın sürdüğü bir serinlik noktası.
  • Doğa yürüyüşü, dağ bisikleti, kamp… Antalya sadece deniz değil; yeşilin de başkenti.

Akdeniz’in Sofrasında Hayat Var
Antalya mutfağı, bölgenin bereketli toprağı ve kültürel çeşitliliğiyle şekillenir.Bu sofralarda baharat, zeytinyağı ve taze ürünler bir araya gelir; her yemek bir Akdeniz öyküsüdür.

Antalya’da Tatil: Işığın ve Gülümsemenin Peşinde

İZMİR: EGE’NİN GÜLÜMSEYEN KIYISI

Tarihin Rüzgârında, Zeytinyağının Işığında Bir Yaşam
İzmir’i anlatmak, denizi değil; bir yaşam biçimini tarif etmektir. Bu şehir, sabahın ilk ışığında boyozla başlayan, gün boyu sokaklarında özgürce dolaşılan, akşamında sahilde dostlarla sohbet edilen bir ritim sunar. Modernlikle gelenekselliğin zarif uyumunu taşır; hem tarih hem gelecek bu sokaklarda yan yana yürür.

Kordon’dan Tarihe ve Huzura

İzmir’in kalbi Kordon’dur. Palmiye ağaçları arasında bisikletli gençler, denize karşı çay içen dostlar, sahil boyunca yürüyen yaşlı çiftler… Kordon sadece manzara değil; hayatın ta kendisidir.

Gün batımında sahil boyunca yürümek

  • Tarihi Asansör’den İzmir manzarasını izlemek
  • Pasaport İskelesi'nde geçmişe dokunmak
  • Her adım, şehrin hafızasında nazik bir iz bırakır.
  • Tarihi Katmanlar: Agora’dan Kadifekale’ye
  • İzmir’de tarih sessizce konuşur.
  • Agora Antik Kenti, Roma döneminin ticaret ve kamusal yaşam izlerini taşır.
  • Kadifekale, hem bir tarih mirası hem de panoramik manzaranın anahtarıdır.
  • Saat Kulesi, Konak Meydanı’nda hem geçmişin hem bugünün simgesidir.

Bu yapıların gölgesinde dolaşmak, zamanın içinde akmaktır.

Sofrada Zeytinyağlı Zarafet
İzmir mutfağı, Ege’nin hafifliğiyle zenginleşir. Bu sofralarda zarafet, doğallık ve gelenek bir arada sunulur. Zeytinyağı burada sadece malzeme değil; bir yaşam felsefesidir.

Kültür ve Özgürlük Yan Yana
İzmir’de kültür festivallerle, sokak müziğiyle, çağdaş sanatla kendini gösterir.Uluslararası İzmir Festivali ve İzmir Tiyatro Günleri, sanatın kolektif gücünü taşır.Alsancak sokaklarında spontane bir sergiye denk gelmek, İzmir’in modern ruhunu gösterir.Bu şehirde özgürlük gündelik hayatın nefesidir.
İzmir’de Yaşamak, Şarkının İçinde Yürümektir

Anadolu’nun Hafızasında Yolculuk Yapmak

Doğaya Saygıyla, Kültüre Sevgiyle Tatil Yapmak
Günümüzde tatil artık sadece kaçış değil; iz bırakmadan, güzellikleri koruyarak yaşanan bir deneyim olmalı. Gezdiğimiz her yerin bir ruhu, bir hafızası var. Bu coğrafyayı sadece görmekle kalmamalı; ona saygı duyarak yürümeli, onunla uyum içinde nefes almalı.

Temiz Bir İz Bırakmak

Türkiye’nin kıyıları, yaylaları, vadileri ve tarihi sokakları bize nefes alacak alanlar sunuyor. Fakat bu güzellikler, biz farkında olmadan kirleniyor, yıpranıyor. Her bıraktığımız plastik şişe, her dikkatsizce atılmış iz; doğanın hafızasında bir yara bırakıyor.
•    Çöplerimizi toplamayı ihmal etmemek,
•    Yerel halkın kullandığı su kaynaklarına duyarlı davranmak,
•    Özellikle ekolojik hassasiyet taşıyan bölgelere zarar vermemek...
Bunlar yalnızca birer kural değil; yaşanabilir bir gelecek için küçük ama güçlü adımlar.

Kültüre Temas Etmek, Saygıyla Yaklaşmak

Bir köy kahvesine oturduğumuzda duyduğumuz hikâyeler, bir yerel üreticiden aldığımız bal ya da zeytinyağı… Bunlar sadece alışveriş değil; o bölgenin geçmişiyle kurduğumuz bağdır. Kültürel mirasa saygı, onu ziyaret etmekle değil; onu koruyarak yaşatmakla mümkündür.
•    Yerel üreticiden alışveriş yapmak,
•    Yöresel etkinliklere katılmak,
•    Kültürel simgelere saygı göstermek...

Her adım, bir değerin yaşamasına vesile olabilir.
 Sürdürülebilir Turizmle Geleceğe Dokunmak
Tatilin gerçek anlamı, gittiğimiz yere yalnızca anı bırakmak; tahribat değil. Türkiye’nin doğal ve kültürel zenginliğini gelecek nesillere aktarabilmek için bilinçli bir yolculuk yapmak zorundayız. Bu topraklar; bugünün değil, yarının da emanetidir.

Tatil, Doğayla Dost Olursa Hatırası Kalıcı Olur

Belki bir zeytin ağacının gölgesinde kahve içmek, belki bir taş sokakta adımların yankısını dinlemek… Tatilin güzelliği, doğaya ve kültüre dokunmakta gizlidir. Ve o dokunuş, narin bir iz gibi; iz bırakan ama zarar vermeyen bir hatıra olarak kalmalıdır.

Kendi Cennetimizi Keşfetmek

Harita Bizimle Başlıyor, Keşif Yakınımızda
Uzaklar cezbedicidir. Yunan adalarının beyaz evleri, Balkanların kıyı kasabaları, Avrupa’nın düzenli sokakları... Elbette güzeldir. Ama Türkiye, kendi topraklarında hâlâ anlatılmamış hikâyeler, unutulmuş sokaklar ve adım atılmamış kıyılarla dolu. Gerçek keşif, bazen en yakın olana yeniden bakabilme cesaretiyle başlar.

Aynı Yere Yeniden Gitmek: Yeni Güzelliklerin Kapısı

Bir şehri bir kez görmek yetmez.
•    Sabahın erken saatinde sessizliğini dinlemek,
•    Farklı bir mevsimde yürümek,
•    Sokaktaki esnafla sohbete karışmak...
Her gidiş, başka bir detayla karşılaştırır bizi. Ve her dönüş, o yerle daha derin bir bağ kurar.
 Türkiye’nin Saklı Köyleri ve Kıyıları
Ayvalık’ta sabah çayını zeytinlikte içmek, Sığacık’ta taş sokaklarda sessizce yürümek, Halfeti’nin sularında geçmişi izlemek...

Bu köyler, kıyılar ve şehirler; büyük reklamların dışında kalmış, ama kendini anlatmayı bilen yerlerdir.
•    Mardin’in bir avlusunda yankılanan ezgi,
•    Bozcaada’nın rüzgârında savrulan kekik kokusu,
•    Kars’ın sabahına düşen karın sessizliği...

Hepsi bu ülkenin duygusal haritasını oluşturur.

Tatilde yeni bir ülke görmek kadar, kendi ülkesini derinlemesine tanımak da cesaret ister. Gidilen yerin adı değil, orada yaşanan bağ kıymetlidir.
•    Yerel pazardan alınan bir sepet,
•    Bir çınar ağacının gölgesinde dinlenen bir hikâye,
•    Zeytinyağı üreticisinin sofrasında içilen sade bir kahve...


Bize Türkiye yeter…

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÇOK OKUNANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 27 Şubat 2007 Turizmin Sesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : +90 216 481 51 21